Gündem

Hastayımhane

Hastalık dinlemeyi sever misiniz? Ya hastalığınızı anlatmayı? O halde doğru yerdesiniz.

 

Ben küçüklüğümden beri  babaannemin ağrıyan yerlerini dinleyerek büyüdüm. (*) Ağrının nerden, nasıl girdiğinden başlayıp vücuduna verdiği zararlardan -tatlı diliyle- bitmeyen diziler gibi anlatır da anlatırdı. O kadar uzun anlatırdı ki dikkat sürem dayanamayıp bittiğinde ve beynimde başka şeyler dolaşmaya başladığında “Ya, demek öyle, Allah Allah, geçmiş olsun,” gibi sözlerle dinliyor gibi gözüktüğümde olurdu.

 

Sadece babaannem mi? Teyzem de aynı. Erik ağacından düştüğünde yanındaydım. Beli kırıldıktan sonra bir düzen tutmadı kadıncağız. Ne zaman “Nasılsın teyze?” desem ilk cümlesi “Hastayım yeğenim,” olur ardından şişmiş bacaklarına işaret parmağıyla bastırır, orada göl gibi bir çukur açar ve yavaş yavaş düzelmesini seyrettirirdi. Teyzem de hiç değişmedi. Hâlâ aynı.

 

Körle yatan şaşı kalkar hesabı ben de zamanla onlara benzedim. Ne zaman dinleyeceğini sandığım bir dostumu görsem hastalığımı anlatmaya çalışıyorum ama bir türlü tamamlayamıyorum. Ya karşımdaki de aynı  dertten muzdarip biri çıkıyor ya da Cem Yılmaz’ın “Aynısı kaynımda da var,” esprisindeki gibi yakınının uyguladığı çözümleri anlatıyor. Bazıları konuyu dağıtmakta benden de usta.

 

“Nasılsın? Hiç görünmüyorsun?”

“Hastayım, her gün hastanedeyim inan. Kimseyle görüşemiyorum.”

“Geçmiş olsun neyin var?”

“Kolum ağrıyordu, fizik tedavi verdiler. Bir de böbrekler de…”

“Benim halamın kızının da öyle ama fizik tedavi bir işe yaramıyor. Ameliyat oldu, platin taktılar.”

“Ya… Peki şimdi nasıl oldu?”

 

Kendi hastalığım arada kaynıyor. Kolumun ağrısı beni dürtüklüyor, çocuklar çekiştiriyor, evde yapılacak işler bekliyor, vedalaşıp ayrılıyoruz.

 

Peygamber Efendimiz (S.A.V) “Hastalık gelmeden sıhhatin kıymetini bilin,” diye buyurmuş. Bilmiyoruz. Ağrıyan yerin neresi ise canın oradadır derler ya, sahiden de bütün hayatım sol kolumdan mı ibaretmiş nedir? Şükür o günleri atlattık ama çamaşır asarken ağrıdan ağlayacak gibi oluyordum, tencereyi tek elimle kaldıramıyordum. Çocuğumu kucağıma alıp severken bile zorlanıyordum. Bir bardak su doldururken bile sürahiyi zor kaldırıyordum.

 

“Sakarlığımdan kol kasımı yırtmayı da becerdim ya helal olsun bana,” diyordum ki aylardır geçmeyen bu ağrılarım için başka bir hastaneye gitmeye karar verdim. Neden derseniz ben doktor yönünden de şanssız bir insanım. Diş ağrım için gittiğim kaç diş doktoru yüzünden dişimden olduğumu, yüz felci geçirdiğimde boş yere vakit kaybettirdiklerini anlatıp canınızı sıkmak istemem. Şimdi böbreklerim hallerinden memnun değilmiş.

 

Yeni bir hastane, yeni doktor…

 

Yeni teşhis…

 

“Kolunuzu kendinize çekin ve sıkıca tutun. Ben çekeceğim siz direneceksiniz.”

“Sağ kol iyi… Şimdi diğeri.”

“Sol kol  da güç kaybı. Epeyce fazla. Bakın kendiliğinden açılıyor.”

 

Moralim sıfıra düşüyor. Doktor sıktığım parmaklarımı kolayca açıyor, elime verdiği alete yaptığım basınca üzülerek bakıyor.

 

“Fizik tedavi uygulayacağız.”

“Fakat.. Ben… Daha önce…”

 

Doktor anlatıyor durumu. Ben dinliyorum, iyileşmek zorundayım. Baba bakacak, nazımla uğraşacak bu şehirde kimsem olmadığı gibi küçük çocuklarım var. Hem okulda hem evde. Denemek zorundaydım.

 

Büyük Frederik demiş ki “Arzu edilecek iki şey vardır; vücut sağlığı, gönül rahatlığı.” İnsan hasta olunca gönlü de rahat etmiyor. Hele hastayken iyice duygusal olmuyor muyum? İnsanların kendi meşakkatleri yok gibi benimle de ilgilensinler istemiyor muyum, vay benim boş hayallerime.

 

Tek istediğim dinlenmekti belki de.

“Aaa… Bu ne güzel bir fular… Tam bir yazar havası.”

“Yok, hava olsun diye değil,  doktor sıcak tutacaksın, deyince…”

“Sen nezle mi oldun sesin de gitmiş, halsiz de görünüyorsun, senin kolun ağrıyordu değil mi? Ne oldu iyileşmedi mi daha?”

“Yok, doktor ‘sırtüstü yatmak zorundasın’ deyince uyuyamadım, aslında sorun kolumda değilmiş.”

“Ben sana demiştim, halı kilim çırpma diye…”

“El bile çırpmıyorum artık, birçok hastalık stresten de oluyormuş.”

“Bak bizim bir komşu vardı. Her gün o salon halılarını balkondan…”

 

Söz hakkı bana gelse söyleyecektim “Kol kasında değilmiş sorun, boynumun altıncı kasındaymış problem, yanlış teşhis koymuşlar,” diye ama karşımdaki konuyu fularımın kurdeleden yapılma çiçeklerinden, kendi varislerine kadar getirmiş durumda. Vedalaşıp ayrılıyoruz vesselam.

 

Aslında insanları dinlemek zor değil, hasta olanları mutlaka dinlemek gerekiyor. Hasta insana en çok moral lazım. Allah’a şükür ki hastalıklarım ayakta tedavi edilen türden. Şükretmesini biliyorum çünkü yıllar önce “Başıma gelmeyen kalmadı şu dünyada,” deme gafletinde bulunduğum gün, iki arada bir derede çantamdan kredi kartlarım çalınmıştı.

 

Ben Kansere Gülümse Derneği Balıkesir Temsilcisi olarak diyorum ki dostlar: Yakınlarınızla ilgilenin. Hasta olsalar da olmasalar da…

 

Hasta ziyaretlerine gidin, ihmal etmeyin.

 

Sahi sizin neyiniz vardı?

 

 

*Bkz. Ne Mutlu Canına, Öykü, s. 117 ya da Gidiniz Babam, Ahmet Çetin, Kayseri.

 

 

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu