GündemKöşe Yazıları

MİMAR SİNAN VE SIRLARI

Ülkemizde her yıl 9 Nisan tarihin de  Türk mimarlık ve sanat tarihinde çok önemli yeri olan Mimar Sinan ve eserlerinin tanınması ve korunması için gerekli araştırma ve geliştirmeyi teşvik etmek amacıyla Mimar Sinan’ı Anma  ve Mimarlar Günü kutlanıyor.

Siz değerli okurlarım için yaptığım araştırmalarımı paylaşmanın keyfine varacağım bugün, size Mimar Sinan’ın hayatı ile ilgili birkaç ilginç bilgiyi ve eserlerinin dikkat çekici sırlarını yazacağım.

Kanuni Sultan Süleyman’ın ve Osmanlı İmparatorluğu’nun en parlak devrinin büyük mimarı, dünya çapında dahi bir sanatkar olan Mimar Sinan, 1490’da Kayseri’ye bağlı Gesi mahiyesinin Ağırnas köyünde doğmuş.1538 Moldavia (Karabuğdan) seferinde, Prut nehri üzerinde kazık çakılması mümkün olmayan killi arazide, bataklıkta 13 gün içinde büyük ve yüksek bir köprü kurarak sultanın takdirini kazanmış. Mimar Sinan, mühendis ve mimar olarak yetişmesini tamamlayıp, 1539 yılında mimarbaşı seçildiği zaman 50 yaşına gelmiş.

Mimarbaşı olduktan sonra verdiği üç büyük eser, O’nun sanatının gelişmesini gösteren basamaklar gibi olmuş. Bunların ilki ve çıraklık eserim dediği, Şehzadebaşı Camii ve Külliyesi; Külliyede ayrıca imaret, tabhane (mutfak), kervansaray ve bir sokak ile ayrılmış medrese bulunuyormuş.Süleymaniye Camii, Mimar Sinan’ın İstanbul’daki en muhteşem eseridir ve kalfalık eserim dermiş. Yirmiyedi metre çapındaki büyük kubbe, zeminden itibaren tedricen yükselen binanın üzerine gayet nisbetli ve ahenkli bir şekilde oturtulmuş. Sükûnet ve asaleti ifade eden bu sade ve ahenkli görünüşü ile Süleymaniye Camii, olgunlaşmış bir mimariyi temsil ediyormuş.

Sekiz ayrı binadan meydana gelen Süleymaniye Camii ve Külliyesi, Fatih’ten sonra şehrin ikinci üniversitesi olmuş.Mimar Sinan’ın en güzel eseri ise ustalık eserim dediği, seksen yaşında yaptığı Edirne Selimiye Camii’siymiş. Selimiye’nin kubbesi, Ayasofya kubbesinden daha yüksek ve derinmiş. 31,50 metre çapındaki kubbe, sekizgen şeklindeki gövde üzerine oturmuş. Üç şerefeli ince minarelerine üç kişi aynı anda birbirini görmeden çıkabiliyormuş.

Mimar Sinan, gördüğü bütün eserleri büyük bir dikkatle incelemiş, fakat hiçbirini aynen taklid etmeyip, sanatını devamlı geliştirmiş ve yenilemiş. Eserlerindeki sütunlar, duvarlar ve diğer kısımlar taşıdıkları yüke mukavemet edebilecek miktardan daha kalın değillermiş. Kullandığı bütün mimari unsurlarda bu hesap dikkati çekiyor. Mimar Sinan aynı zamanda bir şehircilik uzmanıdır. Yapacağı eserin, önce çevresini tanzim edermiş. Yer seçiminde de büyük başarı göstermiş ve eserlerini, çevresine en uygun tarzda yerleştirmiş.

Mimar Sinan bugüne kadar 84 camii, 53 mescid, 57 medrese, 7 darülkurra, 22 türbe, 17 imaret, 3 darüşşifa, 5 su yolu kemeri, 8 köprü, 20 kervansaray, 35 saray, 8 mahzen, 48 hamam olmak üzere 364 adet eser yapmış. Mimar Sinan, bir gün, dostlarından ve devrinin şair ve ediplerinden Mustafa Saî Çelebi’ye gelerek, “Çok kocadım. İsterim ki, öldükten sonra adım unutulmasın. Hizmetlerim anılıp hayırla anılayım. Anlatacağım hatıralarımı nazım ve nesir diliyle yazar mısın?” der. Bunun üzerine Çelebi, Mimar Sinan’ın anlattıklarını yazmaya başlar ve küçük bir kitap ortaya çıkar. Saî Mustafa Çelebi’nin Mimar Sinan’ın ağzından kaleme aldığı, “Tezkiretü’l Bünyan” ve “Tezkiretü’l Ebniye” adını verdiği ve günümüzde ‘Yapılar Kitabı’ adı altında toplanarak yayımlanan bu eseri, büyük ustanın yaşam öyküsünü, eserlerinin envanterini ve kendi dönemine ait gözlemlerini içermektedir.

İlginç ve enterasan bilgilere gelecek olursak; Mimar Sinan’ın Selimiye Camii’nin kubbesini o genişliğe oturtmak için 13 bilinmeyenli bir denklemi; yine matematiğin bilinen dört ana işleminden farklı bir işlemle çözdüğü söyleniyormuş.Bu 5. Farklı işlemi gerçekten merak ettiğimi itiraf etmeliyim. Ayrıca minarelerin şerefelerine çıkanların yolda birbirlerini görmemeleri ise büyük bir dehanın ürünü. Almanlar yıllar önce Mimar Sinan’ın yaptığı bu sistemi kendi meclislerinin önünde ki dev kürede kullanmışlar. Mimar Sinan yıllar önce bu sistemi 2 metre çapındaki minarelere bir deha olarak uyularken, Almanların yıllar sonra teknolojiyi uygulayarak yaptıkları bu sistemin tek amacı ise Selimiye Camiinden fazla turisti bu küreye getirerek çekmekmiş.Selimiye Camii’nin kubbesi ile ilgili bir hikaye buldum.Bir gün Selimiye Camii’ni dolaşanlardan bir grup kubbenin altında sırtüstü uzanıp ayaklarını uzatmış,öylece yatıp yukarıya bakan bir japon turist görmüşler. Tabi hemen Japonu “Burası kutsal bir yer,bu şekilde burada yatmak inançlarımıza göre saygısızlık” diye uyarmışlar.

Japon kendinden geçmiş bir halde kubbeye bakarak konuşuyormuş.”Bu imkansız,ben yılların mühendisiyim,bu kubbe var olamaz,hayal görüyorum, bu kubbenin orada o şekilde durması fizik ve matematik kurallarına ters,bu imkansız orada hiç bişey yok yok yok..”

Selimiye Camii ile ilgili bir başka hikayede şöyle; Camiinin temeli yumuşak toprakmış. Bu nedenle caminin minarelerinin artık dayanamayıp yıkılacağı düşünülmüş.Bir grup bilim adamı çağırılmış ve çözüm sorulmuş. Bilim adamları günümüz teknolojisi ile yapılan metal kelepçeleri minarelerin temeline oturtarak bu sorunu çözeceklerini söylemişler ve hazırlıklar yapılmış. Minarelerin temelini açınca koymayı düşündükleri kelepçelerin zaten yıllar önce Mimar Sinan tarafından koyulduğunu görmüşler.

1950’li yıllarda inşaat mühendisi,mimar ve jeofizikçilerden oluşan bir grup Japon bilim adamı bakanlıktan izin alarak Türkiyede ki tarihi yapıları incelemeye başlamışlar. Sıra Süleymaniye Camiisi ile Sultan Ahmet Camiisini incelemeye gelmiş. Japonlar yaptıkları incelemeler sonrasında bu iki camininde temelinin çok yumuşak bir zemine yapıldığını görmüşler. Yani çok büyük bir sarsıntı olmadan bile yıkılabilecek bir durumda olan bu camilerin yıllar boyu nasıl sapasağlam kaldıklarına inanamamışlar.

Günlerce bu camilerin yıkılmadan nasıl günümüze kadar gelebildiğini araştırmışlar. Araştırmaları sonucu bu iki camininde temelde sabitlenmediği aksine en ufak bir sarsıntıda bile yerinden oynayan bir sistemle yapıldığını ve bu sayede yıkılmadığını görmüşler. Minareleri incelediklerinde ise şaşkınlıkları ikiye katlanmış.Çünkü minareler çok daha geniş kapsamlı bir raylı sistemle yapılmış ve 5 derece yana yatabiliyormuş. Japonların şuan buyuk ve dayanıklı yapıları Mimar Sinan’ın eserlerini inceleyip onun sistemini geliştirerek yaptıkları söyleniyor.

Bunca hikaye anlattıktan sonra gelelim günümüze. Günümüzde Mimarlık; İnsanların yaşamını kolaylaştırmak, barınma, dinlenme, çalışma ve eğlenme eylemlerini sürdürebilmelerini sağlamak için gerekli mekânları, işlevsel gereksinmeleri , ekonomik ve teknik olanaklarla bağdaştırarak estetik yaratıcılıkta inşa etme sanatıdır. Mimarlık; Dinî yapıların Tanrı’ya ulaşma arzusundan , saraylara, bir kentin dokusunu oluşturan konut tiplemelerine kadar her türlü açık ve kapalı mekânı tasarlar.Bugün bu vesile ile hem tüm Mimarlarımıza sağlıklar ve kolaylıklar diliyor hem de Büyük Usta Mimar Sinan’ı bir kez daha saygı ve minnetle anıyorum.

********************

Bana her konuda fikir ve önerilerinizi yazabileceğinizi sakın unutmayın dostlar sevgi ile kalın.
İletişim için; onurayan@hotmail.com

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu